Geleceğin Yaşam Alanları Nasıl Olacak?
Görüş Eki 02, 2020

Salgın döneminin yarattığı etkinin bir sonucu olarak tasarımda sağlık ve hijyen konuları hiç olmadığı kadar önem kazanacak.
“Her çağ kendi formunu ister.” Bu söz, 1850 ‘den bu yana Avrupa’daki kültürel, ekonomik ve toplumsal modernleşmeyi yansıtan ve “modernleşmenin tasarımla buluşması” anlamına gelen Bauhaus Sanat Akımı’nın temsilcilerinden mimar Hannes Meyer’e ait. Meyer, 1926’da kaleme aldığı The New World (Yeni Dünya) makalesinde, “İdeal olarak ve temel tasarımıyla evimiz, yaşayan bir makinedir.” der. Meyer’in kaleme aldığı bu satırlar, 100 yıl sonra bile geçerliliğini koruyor.
Bir yanda tüm dünyayı etkisi altına alan ve milyarlarca insanı eve kapatan küresel bir salgın, diğer yanda ise evden dışarı adım atmadan tüm dünyayı ayağımıza getiren ileri teknoloji var. Böylesi bir dönemde; değerlerin, hayatların, alışkanlıkların ve tabii ki yaşadığımız mekânların da değişmesinin/ dönüşmesinin kaçınılmaz olduğunu görüyoruz. Sözünü ettiğimiz bu sürecin dinamiklerinin de yaşadığımız çağın şartları ve içinde bulunduğumuz toplumların istekleri üzerine şekilleneceği su götürmez bir gerçek. Bununla birlikte her alanda olduğu gibi geleneksel iş yapış modellerinde de değişiklik olduğunu görüyoruz. Böylelikle yaşam alanlarının tasarlanmasında farklı iş birliklerinin gündeme geleceği bir çağa adım atacağımız muhakkak. Söz konusu iş birlikleri neticesinde mimarlar, çevre bilimi uzmanları, sosyologlar veya teknoloji şirketleri ortak çalışmaya başlayacak. Üç boyutlu sanal gerçeklik tasarımları ve mühendisliğinin devreye girdiği iş yapış şekilleri öne çıkacak. Bu sayede projeler daha tasarım aşamasındayken deneyimlenebilecek ve müşteri ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirilebilecek.
Tasarım ve yaşam alanlarında sağlık öne çıkacak
Salgın döneminin yarattığı etkinin bir sonucu olarak tasarımda sağlık ve hijyen konuları hiç olmadığı kadar önem kazanacak. Asansörden kapılara, yüzeylerden ortak kullanım alanlarına kadar tüm detaylar yeniden şekillendirilecek. Ayrıca yaşam alanlarının doğa ile iç içe olması, güvenli bir şekilde “içeride” yaşarken aynı zamanda “dışarıda” hissettirecek özellikler sunulması da ön plana çıkacak. İnsanlar evlerinde küçük bir bahçe ya da en azından dikey tarım yapabilecekleri bir balkon veya teras talep edecek.
Karantina döneminde, çalışanların büyük bir bölümü ofise gidemedikleri için işlerini evden sürdürdü. Bu sebeple uzaktan çalışma modelinin kalıcı bir yapıya dönüşmesi bekleniyor. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde ev-ofislere olan ihtiyaç da önemli ölçüde artacak. Bu ihtiyaç, iç mekân tasarımlarının yeniden düşünülmesine yol açacak. Evlere, ofise dönüşebilecek büyük pencereli, teknolojik donanımı ve ses yalıtımı olan odalar eklenebilecek.
Yaşam alanlarının bağımsız olması ile binaların kendi su ve ısıtma sistemlerinin bulunması da mümkün olabilecek. Günümüzde binalar, dünya genelindeki karbon emisyonlarının yüzde 30’undan sorumlu. Fosil yakıtların yavaş yavaş terkedildiği bir dünyada, yenilenebilir kaynaklardan kendi enerjisini üreten, atığını dönüştüren, çevreyle bütünleşen karbon sıfır/pozitif binalara ihtiyaç artacak. Bu doğrultuda sürdürülebilir mimarinin önemi önümüzdeki dönemde çok daha hızlı bir şekilde artış göstereceği kesin.
Akıllı ve esnek ev kavramı, vazgeçilmezlerimiz arasında yer alacak
Akıllı ev sistemleri bir adım daha ileri giderek kendini, çağın ihtiyaçlarına uygun şekilde dönüştürecek. Teknolojinin hayatımıza getirdiği tüm yenilikler, evlerin güvenlik sistemlerinde ya da mutfaklarında da ön plana çıkacak. Örneğin sadece hava sıcaklığı/soğukluğu değil, aynı zamanda havanın kalitesi ve temizliği de kontrol edilecek. Dışarıdan eve gelen hava filtrelenecek. Soluduğumuz havanın gün geçtikçe kirlendiği gerçeğini de göz önünde bulundurursak gelecekteki yaşam alanlarımızın sağlığımızı koruma noktasında öne çıkacağını ve bu özelliklere sahip evlerin çok daha önem kazanacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
“Building an Affordable House” kitabının yazarı Fernando Pages Ruiz, “Esnek bir evde misafiriniz geldiğinde birkaç duvarı hareket ettirerek ve aydınlatma düğmesini de o alana taşıyarak hızlı bir misafir odası yaratabileceksiniz.” diyor. Böylece yeni yaşam alanlarının bir diğer özelliği olan esnek yaşam alanları karşımıza çıkıyor. Gelişen teknolojiler, artan hareketlilik ya da tam tersine sosyal izolasyon, uzaktan çalışma gibi çok farklı şartlarla karşı karşıya olduğumuz bu dönemde insanlar; kendi yaşam alanlarını istedikleri gibi küçültme, büyütme veya taşıma özgürlüğüne sahip olmak isteyecek ve evlerini buna göre şekillendirecekler.
Bu noktada NEF’in, tasarımın insanlar için bir lüks değil, yaşam biçimi olması hedefliyle hayata geçirdiği “Foldhome”, “Foldoffice” ve “Foldcity” gibi keşifleri hem yaşam alanlarının geleceği hem de paylaşım ekonomisi açısından çok önemli bir değer yaratıyor. “Katlanır ev” anlamına gelen Foldhome, bir eve sığmayacak tüm odaların katlanarak eve dâhil edilmesini sağlıyor. Foldoffice, ofis sahiplerini ihtiyaç duymadıkları takdirde metrekarelere mecbur kalıp daha fazla kira ödemekten kurtarıyor Foldcity ise İstanbul’da ev alan bir kişiye, şehrin 25 farklı noktasında yaşama özgürlüğü sunuyor
Geleceğin yaşam mekânlarını, o alanlarda yaşayacak insanların ihtiyaçları ve bunlara çözüm yaratacak tasarımlar şekillendirecek. Fakat her şeyden önce, yaşam mekânlarımızın gelecekte karşılaşabileceğimiz yeniliklere açık, öngörülemeyen krizlere dayanıklı ayrıca ev sahiplerinin değişen ihtiyaçlarına uyum gösterebilecek esneklikte ve teknolojik donanımda olması gerekiyor. Yazının başında sözlerine yer verdiğim Hannes Mayer’in ifade ettiği gibi, her çağ kendi ihtiyaçları doğrultusunda, kendi formunu yaratıyor. Bizlerin görevi; yaşadığımız dünyayı yakından takip etmek; içinde bulunduğumuz toplumun ihtiyaçları ile beklentilerini doğru analiz etmek ve yenilikçi, sürdürülebilir çözümler üretmek olacak.
NEF Yönetim Kurulu Başkanı Erden Timur